29 Eylül 2015 Salı

Dirty Works Perfecting Eye Cream (Stop Puffy Eyes)





     Herkese Merhaba!

   Bu yazımda, bir süredir kullanmakta olduğum hatta bir kutusunu bitirip bayram indiriminde ikincisini aldığım Dirty Works göz kreminden bahsetmek istiyorum. Bu marka, son derece ilgi çekici, sevimli ambalajlı ürünleri olan bir marka ve Gratislerde bulunuyor. Dirty Works ürünlerini hep merak etmiştim ama göz kremi dışında başka bir ürünü alamadım henüz.  Kremi incelemeye başlayalım. (:

    İlk olarak, benim aldığım ilk kutusu maviydi. İkincisini almaya gittiğimde ambalajının değişmiş olduğunu gördüm. Tabi ki içeriği ve tüp şekli değişmemiş ki bence tüp şeklinde olması çok önemli bir özellik. Kutusuna gelince, eskiye göre daha sevimli olmuş bana göre.

    Kremin amacı, göz şişkinliklerini ve morluklarını yok etmek. Aslında benim morluk problemim yok. Ama sabah uyandığımda göz altlarıma küçük bir miktar ürün alıp hafif masaj yaparak uyguladığımda gözlerimi rahatlamış hissediyorum. Şişkinliği şıp diye ortadan kaldırmıyor tabi ki ama hafif nemlendirerek bir rahatlatma sağlıyor. 

  Ürünün kokusu yok ve yapısı losyon kıvamında. Paketi  küçük görünüyor ama oldukça bereketli. Çok küçük bir miktar uygulandığı için uzun süre yetiyor. Cildin emilim süresi de çabuk. Makyaj yapmadan 5 dakika önce uyguladığınızda cildinizde anında emiliyor. Ayrıca, göz çevresine çok hafif de olsa bir ışıltı veriyor. Göz çevresi aydınlanıyor.

Ürünü sabah akşam kullanabilirsiniz ama ben sadece sabah kullanmayı tercih ediyorum ve çok düzenli kullandığımı söyleyemeyeceğim. Üründen memnun kaldığımı da söylemeye gerek yok aslında ikinci kutumu aldım çünkü. (: Pratik bir göz kremi arıyorsanız denemenizde fayda var diye düşünüyorum.

Sevgiler

20 Eylül 2015 Pazar

E. L. James - Grinin Elli Tonu





      Herkese merhaba!

    Bu yazımda, 'Erotik Romanlar' kategorisinin kraliçesi E. L. James'in 2012 yılında çıkan serisinden bahsedeceğim. Bu seri, dünya genelinde epey konuşuldu. Haberleri okuduğumda hemen ben de gidip üç kitabı da aldım tabi. Bu kadar erotik olduğunu hiç tahmin etmemiştim açıkçası.

   Meşhur üçlemenin baş kahramanları Christian Grey ve Anastasia Steele. Bu yıl ilk kitabın filmi vizyonda yerini aldıktan sonra sanırım bilmeyen kalmamıştır. Ben filmi izlemedim, izlemeyi de hiç düşünmedim.Çünkü, bu tarz kitabın filminin nasıl olacağını aklım almadı. (: Zaten, genelde kitaplardan uyarlanan sinema filmleri bana samimiyetsiz geliyor.

   'Erotik Romanlar' kategorisi ile ben bu seri sayesinde tanıştım. Bu seri, çok konuşuldu ve reklam sayesinde oldukça yaygınlaştı. Sonrasında onlarca roman piyasaya sürüldü, -sözde- 'eser' diye... Bence bu tarz kitaplarda edebiyat namına bir gram değer yok. Evet, serinin tüm kitaplarını okudum. Böyle sansasyon yaratan bir serinin sonu nereye varır merak ettim ki oldukça klasik bir sonla bitti.
Şimdiye kadar hikayeyi Anastasia anlatmıştı. Yazar, bu sene Grey'in bakış açısından okuyabileceğimiz bir kitap çıkardı. Serinin 4. kitabında olay nerelere gidiyor merak ediyorum. Umarım, birebir aynı değildir; kendini tekrarlıyor gibi...

   Bence erotik romanlar, farklı tarz oluşturmak adına okuyucuya sunulan zaman kaybı. Kitabın içinde tarih, aşk, tutku ve gerçek bir kurgu barındırmayan karalamalar... Evet, ben de her ne kadar hoşlanmasam da o kitabı alacağım. Ama dediğim gibi, hikayenin daha uzatılacak, olayı nerelere vardıracak merakıyla alacağım. Umarım, bu serinin son kitabıdır. (:

Sevgiler,
Zeyrik

18 Eylül 2015 Cuma

Zülfü Livaneli - Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm




       Uzun zamandır elimde olan ve tatil dönüşü, kışlık eve geçiş süreçlerinde yanımdan ayırmadığım fakat bir türlü okumaya zaman bulamadığım kitabımdan bahsedeceğim size.

   Livaneli'nin her ne kadar kitaplarını okumayı çok istesem de, okuduğum ilk kitabının Konstantiniyye Oteli olduğunu daha önceki yazımda söylemiştim. Şimdi, Çeşme'de gözüme çarpan ve içinde 'kedi' ismi de geçtiği için aldığım ikinci kitabını anlatacağım.

     Kitap, Stockholm'e siyasi mülteci olarak yerleşen insanların geçmişi ve kendileriyle başbaşa kaldıkları zamanların öyküsünü anlatıyor. İçlerinden Sami Baran, yıllardır kendi ülkesinde yaşadıklarının tüm sorumlusu olarak gördüğü Türk devlet adamı ile Stockholm'de aynı hastanede kalıyor, Yazar, Sami'nin içindeki bastıramadığı öldürmek ve bağışlamak duyguları arasındaki çatışmayı kaleme alıyor. Her ne kadar uzun sürede okusam da, bu kitap oldukça akıcı ilerliyor ve Livaneli, kitapta vermek istediği tüm duyguları okuyucuya başarılı biçimde ulaştırıyor. Anlatım tarzı olarak da klasik roman akışı dışında olması, romana çok farklı bir hava vermiş. İki farklı kişiden aynı olayı dinleme hissi yaratmış. Ne ara bittiğini anlayamadan kitabın son sayfasını okumuşum. (:
      
      Livaneli'nin bu kitabı 2001 Yunus Nadi Roman Ödülü almış ve farklı dillere çevrilmiş. Teknik ve psikolojik olarak kusursuz işlenmiş. Ben okumakta biraz geç kaldım ama hala okumayanlar varsa, Livaneli'nin "25 yıllık ilk göz ağrısını" hemen okumalı. (:

Sevgiler,
Zeyrik

17 Eylül 2015 Perşembe

Nivea Cremelotion



  Bronzlaşmayı sevenlerin büyük problemlerinden olan soyulmaya çözüm arayanlar için bir tavsiyem var!
       
        Bilindiği üzere bronzlaştıktan sonra  veya yaz sonrası derinin kurumaması için bin bir çeşit nemlendiriciye başvururuz. Ben de bu yaz kurumaya ve soyulmaya karşı aldığım vücut losyonundan bahsedeceğim size.

       Nivea'nın ürünleri her zaman cildime iyi geldiğinden nemlendiricilerimde de Nivea tercih etmekte bir sakınca görmüyorum. Bu losyonu ilk defa gördüm. Aslında duşta kullanılan nemlendiricisinden alacaktım. Ondan da çok memnun kalmıştım. Ama onu bulamayınca ve tatil alışverişimin son günü olunca bunu aldım. "Çok Kuru ve Kuru Ciltler" için olanı da vardı. Ben yalnızca "Kuru" olanı aldım. Çünkü cildim yağlı ve düzenli olarak nemlendirici kullandığım için pul pul olmamıştı.

          Tatilde güneş kremi kullanmama rağmen kıpkırmızı oldum ve duştan sonra cildimi kurulayıp özellikle güneşte yanan bölgelere yoğun olarak uyguladım. Omuzlarım ve sırt bölgem kıpkırmızı olmasına rağmen hiç acımadı. Arkadaşım da kullandı ve o benden daha fazla bronzlaşmasına rağmen çok memnun kaldı.

       Ayrıca, bu ürünü sadece tatilde kullanmadım tabi ki. (: Günlük yaşantımda da nemlenme ihtiyacı duyan cildime uyguluyorum ve sonucu mükemmel buluyorum. Yağlı yağlı bir his bırakmıyor ve ürünün yoğunluğu fazla olduğu için bolca kullanmaya gerek kalmıyor. Zaten biraz fazla kaçırdığınız anda cildinize masaj yaparak kolayca yedirebiliyorsunuz.

        Sonuç olarak, gerek bronzlaşma sonrası, gerekse günlük hayatta kullanım için oldukça güzel bir losyon. Fiyatı da uygun. Nivea'nın ürünlerini sevenlere şiddetle tavsiye edebilirim. kutusu da şişe şeklinde olduğu için sağa sola bulaşma  durumu pek olmuyor ve pratik bir kullanım sağlıyor. 

         Denemenizi öneririm. (:
Keyifli okumalar,
 Zeyrik

14 Eylül 2015 Pazartesi

Bozcaada kalp Ben




       Bir Küçük Eylül Meselesi filmini izledikten sonra Bozcaada'ya gidip o adayı keşfetmek için ne kadar heveslendiğimi söylesem az olur. Okul, söz, nişan derken anca bu yaz gidip görme şansım oldu. Ağustos başında, nihayet hayalim olan Bozcaada için yola çıktık.

       Yol boyu mola vermek için durabileceğimiz  tek yerin benzinlikler olduğunu söylemem gerek. yol boyu bir tane tesise rastlamadık. O açıdan biraz sevimsiz bir yolculuk geçirdik. ama gidiş yolunda o kadar heyecanlıydım ki, yolun sevimsizliği daha çok dönüşte kendini gösterdi. (:

    Bozcaada'da otel sayısı on parmağı geçmez. Ama pansiyon denince, adım başı pansiyonlarla kaplı bir ada. Adanın yerlileri evlerini pansiyonlara çevirmiş ve birbirinden sevimli, sıcak pansiyonlar oluşmuş. Biz Ada Olympos Pansiyon'da kaldık. Otel formunda bir pansiyondu. Odaları ferah ve oldukça temizdi. Yazıdaki ilk önerim, konaklama mekanı arıyorsanız Ada Olympos'a mutlaka bakmalısınız. Konum olarak da şehir merkezine yakın. Hatta içindeydi denebilir. Kısacası, biraz daha uğraşsak daha iyisini bulamazdık herhalde. (:

       Adaya, Geyikli Feribot İskelesi' nden geçiş yapılıyor. Yola çıkmadan önce mutlaka Gestaş' ın internet sitesinden feribot kalkış saatlerine göz atmanızı öneririm. Feribotta iken adaya yaklaşmaya başladığınızda, adının neden "Bozcaada" olduğunu çok daha iyi anlıyorsunuz.Görüntüsü yemyeşil olmadığı için son derece bozkır bir yere gidiyormuş hissi uyandırsa da sakın aldanmayın. İskeleye yaklaştığınız anda tarihi Bozcaada Kalesi ve küçücük marinasıyla karşılıyor sizi bu muhteşem ada. Böylelikle, daha sahil şeridinden hayran kalmaya başlıyorsunuz. (:

      İskeleye yanaştıktan sonra bizim iç günlük Bozcaada maceramız başlamış oluyor. Buradan itibaren yazımı uyguladığımız günlük aktivitelere göre yazacağım ve her yerin ismini vereceğim. Size, adaya gitmeye karar verdiğiniz zaman yapacaklar listesinde daha yardımcı olmak tek amacım. (: Şimdi Başlayalım (:

          Odamıza yerleştikten sonra, koca bir senenin özlemiyle denize attık kendimizi. Ayazma Plajı, Bozcaada'nın en bilinen plajlarından bir tanesi. Arabayla merkeze beş dakika uzaklıkta. Kalabalık olduğundan dolayı şezlong bulamadık ama yanımızda kamp sandalyelerimiz olduğu için çok fazla problem yaşamadık. Ayazma Plajı, tesis ve şezlong hizmeti olduğu için çok fazla talep görüyor. Plajın büfesinin menüsü de oldukça zengin. yol boyu bir şey yemediğimiz için hemen büfeye gittik ve gözleme ve midye tava yedik. Tatlarının mükemmel olduğunu söyleyeme ama yenmeyecek gibi de değildi. Fiyatlara gelince, normale göre biraz pahalıydı tabi. 

           İlk akşam hiç bir rezervasyon yaptırmadığımız ve karnımız aç olmadığı için adanın merkezini gezdik ve rakı-balık olmayan Bakkal adında bir mekanda bir şeyler içtik. Bu mekan, adanın konseptine pek uymasa da farklı mekan arayanlar için ideal olabilir. Genel olarak mekanı beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Yine de soğuk  bira içmek için oldukça ideal. (:


        Ertesi sabah pansiyonda kahvaltımızı yapıyoruz. Reçeller ve zeytinyağı beni büyülemedi diyemem. Çok fazla çeşit olduğunu söyleyemem ama yeterliydi yine de. Kahvaltıdan sonra Bozcaadayı gündüz geziyoruz. Bozcaada Kitapçısı'na uğruyoruz. çok sıcak ve güzel bir kitapçı, içine çekiyor seni. Oradan Çınaraltı'na gidip Türk kahvesi içiyoruz. Çınaraltı'nı daha büyük bir yer olarak hayal etmiştim aslında. Kocaman çınarın altına dip dibe dizilmiş masalar ve yer bulmak için koşmak gereken bir mekan. (: Her vakit dolu ama orada kahve içmeye, beş dakika oturmaya bile değer doğrusu.

       Merkezi gezdikten sonra tekrar deniz için yola koyulduk. Aslında ikinci gün için hedefimiz Akvaryum Koyu'ydu. ama o gün koy çok rüzgarlı olduğu için tekrar Ayazma'ya gittik. Adada, poyraz veya lodosa göre plajlar ya dalgalı ya da sakin oluyor. O gün hangi rüzgar esiyorsa, adanın diğer tarafında kalan plajları daha güzel oluyor. (: Bu sefer erken davrandığımız için şezlong bulabildik. Bozcaada'nın denizi soğuk olarak bilinir. Fakat, o gün normalden daha soğuktu. Soğuktan bacaklarımız uyuşmasına rağmen denizin ve güneşin tadını çıkardık. Deniz soğuk diye mızmızlanmadık. (:

            Akşam, Bade-i Aşk'ta rakı-balık olan amacımız yolunca saparak rakı-köfte oldu. (: Balık yemeyi pek sevmediğimiz ve o günlerde oyun bozanlık yapıp ızgara köfte ve meşhur mezelerden söyledik. Daracık, rakı kokan sokaklarda kurulan masalarda oturan insanların arasına karıştık bizde.  Köftenin yanında meze olarak Ahtapot Salatası, Girit ve Cunda Mezesi ve Ada Salatası söyledik. Ahtapot Salatasının tadı ton balığını andırıyor. Dereotu ve turşuyla servis ediliyor. Girit Mezesi, üç farklı peynir ve Antep fıstığından oluşuyor. Cunda ise ceviz, yoğurt ve kuru domates; son olarak mevsim yeşillikleri, üzüm ve meyvelerden oluşan Ada Salatası masamızda yerini alıyor ve bu mezeler lezzet konusunda adeta birbiriyle yarışıyor. Bade-i Aşk balıkçı olmasına rağmen, köftesi de oldukça lezzetliydi. Balık sevmeyenlere, alternatif olarak bu mekanın köftesini önerebilirim. Servise gelince, son derece ilgili ve hızlı bir servisi var mekanın. Bu nedenle oldukça memnun ayrıldık Bade-i Aşk'tan. Fiyatları da diğer mekanlara göre daha uygun hatta daha doyurucu desem en iyi tanımı kullanmış olurum. (: Bozcaada'ya yolunuz düşerse kesinlikle uğrayın derim.

       Yemek bittikten sonra, kurabiyeleriyle meşhur olan mekana uğradık. Çiçek Pastane'sinin damla sakızlı kurabiyelerinin tadına bakmadan gidemezdik elbette. Tadı güzeldi ama bence meşhur olacak kadar mükemmel lezzet olduğunu düşünmüyorum. Tek gerçek, insanın o kurabiyeleri yedikçe yiyesi gelmesi. Yanında istediğim Türk kahvesinin yanında ikramlık kek gibi kurabiye getirdiler. Adını bilmiyorum ama bence o daha lezzetliydi. Söylemeden geçemeyeceğim bir başka konu ise, Çiçek Pastanesi'nin çayı gerçekten çok güzeldi. Hiçbir yerde çay beğenmeyen biri olarak bardağı hızlıca bitirdim. (: Sonuç olarak, yiyecekler her ne kadar damak zevkine bağlı olsa da, bu adaya gelip Çiçek Pastanesi'ne de uğramadan dönmeyin.


       

















 Son günümüzün sabahında erken uyandık ve Rengigül Konukevi'nin sahibi Özcan Teyze'nin anlata anlata bitirilemeyen kahvaltısını yemeye gittik. Kapıdan içeri girdiğiniz anda her yerde süs eşyaları olan sevimli ve son derece sıcak bir mekan. Arkada geniş bir bahçesi var. Hemen bizi oraya çıkardılar ve uzun bir masada boş bulduğumuz yere oturduk. İlk olarak otlu börek geldi. İnanılmaz bir lezzetteydi ve hemen bitirdik. Masanın üzerinde yok yoktu. Hem gözümüz hem karnımız doydu desem tam yeri! Reçeller için bir köşeye cibinlikle örtülü sehpa yapmış Özcan Teyze. Aklınıza gelebilecek her şeyin reçeli orada. Gidip oradan nane, domates gibi reçeller aldım ve farklı reçelleri seven biri olarak tatlarına bayıldım. Kahvaltımızı yaptıktan sonra bahçede gezindik. O kadar sevimli bir bahçeydi ki, oradan hiç ayrılamak istemedim. Bu arada, Rengigül'de kahvaltı için mutlaka önceden rezervasyon alınması gerekli. Aslında, genel olarak mekanların hepsine rezervasyon gerekiyor.



           Kahvaltı faslını bitirdikten sonra Akvaryum Koyu'na gittik. Ayazma'dan biraz daha uzak bir mesafede ama kesinlikle görülmesi gereken bir koy. Şansımıza o gün rüzgar ters taraftan esiyordu ki deniz fazla dalgalı değildi ve rahat rahat keyfini çıkarabildik. Deniz bir önceki güne göre daha sıcaktı. gözlüklerle daldık ve kayalarda gezindik. Suyun bu kadar berrak ve temiz olacağını hiç düşünmeden gittiğim bu adada üşümesem tüm gün denizin içinde kalabilirdim. Bu arada, koyda tesis bulunmadığı için hazırlıklı gitmeniz gerekiyor. Sandalye, şemsiye, yiyecek içecek her şeyi yanınıza almanız lazım. 

     Akşam üzeri gün batımı izlemek için Rüzgargülleri'ne gitmeden önce Corvus'tan şarabımızı aldık. Aslında araştımalarıma göre Corvus'tan kimse pek haz etmiyo ama ben çok memnun kaldım. Adanın üzümü olan Karalahna'yı tercih ettik ve yola koyulduk. Rüzgargülleri, adanın diğer ucunda kalıyor ve kısa bir sürede varmıyorsunuz. Oraya gittiğimizde hiç beklemediğimiz bir kalabalıkla karşılaştık. hemen kendimize güzel bir seçip kamp sandalyelerimize oturduk ve şarabımızı yudumlayarak güneşi batırdık. Bir yanda Rüzgargülleri'nin sesi, öteki yanda masmavi Ege'nin sakin sakin salınması ve ufuk çizgisinde gözden kaybolan güneşi izlemek paha biçilemez bir zevkti. Orada hayal kurmak ve mutlu olmak için etrafa bakınmak yeterli oluyor gerçekten. Çok fazla kalabalık ve muhabbet sesleri olmasına rağmen, dikkatinizi denize ve hafif dalgalara verdiğinizde, denizin muhteşem kokusunun  ve şarap kokularının birbiriyle karışmasını yaşamadan Bozcaada'dan sakın dönmeyin! (:

           Gün batımını izledikten sonra, üzüm bağlarının, dağ kekiklerinin ve muhteşem koyların arasından geçerek merkeze geldik ve Simyon Meyhanesi'ne oturduk. Çok sevimli bir mekandı ve rezervasyonsuz yer bulmamız tamamen tesadüf oldu. (:  Kalamar ve Ahtapot Salatası yemek için oturduk sadece. Karnımız aç değildi. Bu nedenle ana yemeklerden bahsedemeyeceğim fakat Kalamar çok lezzetiydi. Servisten memnun kaldığımı söyleyemem. Çünkü yemek yemeyeceğimizi anladıkları anda garsonların ilgileri söndü.

         Simyon'dan kalktıktan sonra hediyelik eşya satan çarşıda gezindik. Aslında çarşı değil de pazar desem daha doğru olur. Bence en güzel hediye olan magnetlerden aldık. Birde reçelleri unutmamak lazım. Gelincik, Domates ve Karpuz reçelleri aldım. Tatları çok farklı ve güzeldi. Reçeller ve unlu mamüller için Veli Dede adında dükkan vardı ama özellikle evlerinde yapıp satanlardan almak istedim. Tercih meselesi tabi ki. (:

          Odaya dönmeden önce Mastika adında şirin bir büfeden dondurma aldım. Damla sakızı, Mandalin ve Karadut. Meyveleri soğutmuşlar da külaha koymuşlar gibi bir tat vardı ve dondurmayı sevmesem de bayıla bayıla yedim. (:

           Bu yazımda, Bozcaada'ya gidecek olanlar ya da üç dört gün kaçamak yapmak isteyenler için kısa bir tatil planı sunmak istedim sizlere. Kendine özgü pansiyonları, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, masmavi denizi ve  birbirinden güzel kapılarıyla dinlenmek için harika bir yer. Ada için bence üç gün idealdi. Bu üç günün sonunda dönerken "keşke" demeden planladığım her şeyi yapmanın mutluluğu ve huzuru içinde döndüm ben. Umarım sizinde yolunuz bir gün düşer ve mutlu bir şekilde ayrılırsınız oradan.


















Not: Feribot saatlerinin ve mekanlarına ulaşmak isteyenler aşağıdaki linklerden ulaşabilirler. (: 






 Keyifli okumalar,
Zeyrik















































13 Eylül 2015 Pazar

Serkan Özel - Kapalı Gişe Yalnızlık







         Kitap okumak alışkanlıktır, hobidir. Herkesin hoşlandığı türler farklıdır ve son zamanlarda çok fazla kitap türleri oluştu. D&R' de gezinirken kampanyalı ürün olarak rastladığım ve okuduğum kitaptan bahsedeceğim bu yazımda size.

      Serkan Özel ismini ilk defa duydum ama kitabı alırken yazardan çok kitabın adı ve kapağı ilgimi çekti itiraf etmeliyim. Son dönemlerde raflarda yer alan kitapların çoğunda bu tarz kapaklar var ve ben de klasik bir aşk öyküsüdür diye alayım dedim. Klasik öyküleri, basit kurguları her zaman sevmişimdir.

    Kitaba başlamadan önce ön sözü okudum ve bakalım nasıl bir öykü düşüncesiyle heyecanla başladım. İki yüz küsür sayfa olan  kitabın son sayfasını okuyup kapağını kapattığımda, kitaptan aklımda kalan ne oldu diye düşünürken hiçbir şey kalmadığını fark ettim. Bana kattığı en ufak bir cümle bile yoktu. Okuduğum şeyden bir şey anlamadan boş boş okumuş hissi uyandırdı içimde. anladığım yalnızca bir şey vardı, O da; bir "edebiyat" ve bir "eser" olmadığı.  

         Açıkça ifade etmek gerekirse, kitabın içinde bir öykü yok. Bir öğreti yok.  Yazar aşk acısı çekiyor ve kitabın içinde onlarca farklı bölüm olmasına rağmen cümleler hep aynı. Ayrıca, bir o kadar da klişe. Bölüm sonlarına özlü sözler eklemiş, fakat o kadar kulak aşinalığı olduğumuz sözler ki zaten yeterince anlamsız olan kitabı bir o kadar da gereksiz kılmış. Bence yazar, sanki toplamda bir sayfa olması gereken bir kısa hikayeyi günümüz sosyal medyasından esinlenerek sayfa doldurmalıyım düşüncesiyle aynı ifadeleri hatta cümleleri kullana kullana iki yüz sayfa yapmış.

       Daha kitabı okurken Serkan Özel'i araştırma isteği uyandı içimde. Biyografi olarak bir şey bulamadım. Bulduğum tek şey Sıcak Ayaz'ın yazarı olduğu. Sıcak Ayaz'ı okumadım. Çok fazla övülmüş. Bu kitaptan sonra içimde okuma merakı uyandırmadı malesef. Sıcak Ayaz nasıldır bilemem, ama Kapalı Gişe Yalnızlık bence klişeler ve taklitlerle dolu tam bir fiyasko. 

       Kapağa bakarak kitap aldığım doğrudur. İlk defa beni yanılttı bu kumar. (: Profesyonel bir kitap eleştirmeni olmasam da bence Serkan Özel'in edebi eser kaleme alması için çok daha yaratıcı olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Sevgiler,
Zeyrik

5 Eylül 2015 Cumartesi

Eylül...




    Ne ölesiye tutkulu, ne erişilmez umutlarla dolu... Kimi gün sessiz sakin, kimi gün alabildiğine duygulu.
       Seviyorum seni Eylül, her seferinde daha coşkulu...

       Bambaşka bir tat var sende... Bazen burukluk, bazen neşe buluyorum o ince hüznünde.
       Seviyorum seni Eylül, bana acı versen de...

      Yorgun gönüllere sunduğun, çılgın hayaller değil... Belki biraz teselli, sıcacık bir dost eli...
      Seviyorum seni Eylül, içim bir duygu seli...

     Güneşinde sevinç var, gecende bazen hüzün... Benim için sevgiyle, ümitle örülüsün.
     Biliyorum, sen daha pek çok müjdelerle yüklüsün...
     Sen benim doğduğum ay, sevdiğim ay Eylül'sün...      

Canan Tan 


     Canan Tan'ın Eroinle Dans kitabını ne zaman okumuştum hatırlamıyorum ama kitabın içindeki şiirleri bir deftere not almıştım. Her Eylül ayının başında bu şiir aklıma gelir, bir yerde paylaşma isteği uyanırdı içimde. Bu sene ise artık bir blogum olduğu için burada seve seve paylaştım. Herkese mutlu sonbaharlar, keyifli okumalar dilerim. (:

Zeyrik

3 Eylül 2015 Perşembe

George Orwell - Hayvan Çiftliği




         Üniversitenin ilk sınıfında ders aldığım hoca bu kitaptan bahsetmiş ve ben de bir kenara not almıştım. Tabi ki onu unuttum ve yıllar sonra D&R'nin internet sitesinde gezinirken karşıma çıktı ve hemen siparişi verdim. Siyaset bilimi okuyan biri olarak reel sosyalizmi eleştiren bu kitabı oldukça başarılı buldum.

             Kitabın adı ve kapağı her ne kadar çocuk kitabı gibi görünse de yetişkinlere uygun bir kitap olduğunu söylemem gerek. Hikaye tadında, baş karakterlerin hayvanlar olduğu bu kitap bize sosyalizm ve diktatörlükle ilgili yaşanmışlıkları hayvanlar aracılığıyla anlatıyor.

       Kitap daha önce de birkaç kere Türkçeye çevrilmiş. Ben Can Yayınları' nın olanı bulduğum için onu aldım. Okumak isteyenlere, merak edenlere ve ilgililere tavsiye ederim. İnce bir masal kitabı gibi olan bu kitap çerez gibi gidiyor ve yazar anlatmak istediğini yalın bir dille aktarıyor. Oldukça başarılı bir eleştiri kitabı olduğunu bir kere daha belirtmem gerek.   

Keyifli okumalar
Zeyrik